Adil HACIÖMEROĞLU

Tarih: 04.03.2025 10:41

İNSAN, NEFRETLE DOLU NASIL YAŞAR?

Facebook Twitter Linked-in

 İnsanda düşünce ve duygu birliktedir. Duygu, düşüncenin önüne geçerse usçuluk adım adım yok olup gider. Duygular, türlü türlüdür. Sevgi de nefret de bir duygu. Sevgi ve saygının yerine nefreti koyarsan insan olma özelliğin giderek yok olur. Nefret yüklü bir insan yüreği, iyimserliği unutur. Sürekli kötümser ve karamsar olmaya yol açar nefret. Önce düşman gördüklerinden nefret edersin. Sonra çember genişler. Kendisi gibi duyup düşünmeyen herkesi düşman olarak görür. Bir süre sonra şüphecilik başlar kişide. Artık nefretin yarattığı kötümserlik öylesine her yanını sarmıştır ki yaşadığı toplumdan ve yerleşim yerinden, en yakınlarından, doğadan, yaşamaktan nefret eder. Öyle ki herkes, her şey kötüdür. Çevresinde ve hatta dünyada iyi , güzel, olumlu olan hiçbir şey yoktur ona göre. Bu derin bir tinsel ve sosyal sayrılık durumu...

 Son yıllarda ne yazık ki ülkemiz insanları iki ayrı kampa ayrıldı siyasal olarak. Daha önce benzer örneklerini gördük bu ayrışmayı, türlü adlar altında. Ayrışma, giderek düşmanlaşmaya yol açtı. Özellikle emperyalist oyun kurucularının etkisi ve basın-yayın organlarının kışkırtmasıyla derin bir düşmanlığın tohumları ekildi kardeşliğin güçlü olduğu ülke topraklarımıza. Tıpkı Irak, Suriye, Yemen, Afganistan, Libya, Ruanda ve birçok ülkede olduğu gibi. Önce ülkeyi yöneten liderler, diktatör olarak gösteriliyor. Sonrasında da ne denli kötülük varsa o lidere yükleniyor. Yapılan eleştiri değil, keşke olsa... Hep aynı suçlamalar, yinelenerek sürekli söylenmekte. Tıpkı bir tarikat ayininde olduğu gibi. Bu suçlamalar, giderek ağır hakarete ve küfre dönüşmekte. Yinelenen sözler, suçlamalar bir kör inanca dönüşmekte zamanla. Böylece kısır bir döngü içinde sormayan, sorgulamayan, usçu düşünmeyen kişilikler ortaya çıkmakta. Şu soruyu bile soramıyorlar kendilerine nefret köşkleri yıkılmasın güneşi görmemek için. “Dünyanın neresinde, ne zaman, hangi diktatör yapılan seçimlerde ikinci tura kaldı?” diye.

 Dün (21 Mayıs 2023) Kadıköy’ün bir mahallesindeydik eşim ve oğlumla. Tanıdığımız bir kadınla söyleşiyoruz ayaküstü. 14 Mayıs seçimlerinde CHP adına müşahitlik yapmış yaşadığı mahallede. Eşim, ona: “28 Mayıs’ta da müşahit olacak mısınız?” diye sordu. O: “Hayır!” dedi. Eşim: “Neden?” deyince o da: “Yapacağım bir şey yok! Zaten sandık kurullarında her şey yasalara uygun olarak yapılıyor.” dedi. Eşim, aldığı yanıtı pekiştirip doğrulamak için: “Yani oy çalınmıyor, öyle mi?” diye sorunca o da “Evet, çalınmıyor.” diye yanıtladı onu.

Seçimler öncesi yapay olarak yapılan ve kışkırtılan kamplaşmanın doğru olmadığını söyledim tanıdığımıza. Bu düşmanlık, nefret, sürekli, suçlama siyasetinin Atatürk’le ilgisinin olmadığını anlatıyorum. O da keyifle dinliyor beni. Fevzi Çakmak’la Atatürk ilişkisiyle ilgili ona örnekler vermekteyim. İlk başta Anadolu hareketine karşı ola Fevzi Paşa’nın nasıl Ankara’ya geldiğini, sonrasında Atatürk’ün onu nasıl kucakladığını ve Kurtuluş Savaşı’nın mareşali olduğunu anlatmaktayım. Atatürk gibi geçmişe değil; şu ana ve geleceğe bakalım, diyorum.

Az uzağımızda bir kadın oturmakta. Yüzünden öfke parçaları düşmekte. Gözleri, bir nefretin karartısıyla kararmış. Yerinden hışımla kalktı. Bana dönerek: “Siz, bağırarak ne anlatıyorsunuz, rahatsız oluyorum söylediklerinizden.” diyerek beni azarlamaya girişti. Ben de: “Ben, size anlatmıyorum. Arkadaşıma anlatıyorum. Siz, niye bizi dinliyorsunuz? Üstelik biz iki kişi konuşuyoruz. Üçüncü kişinin söyleşimizde ne işi var?” diyerek yanıtlıyorum onu. Yanımızdan ayrılırken geri dönüp “Yani bana, b.k yemek mi düşer, demek istiyorsunuz?” diyerek öfkeyle sordu. Normal yaşamda sakin olan ve çok zor sinirlenen bir kişiyim. Böyle deyince ben de biraz sinirlendim ve ona: “Evet, aynen dediğiniz gibi…” diyerek onayladım nefret dolu yürekliyi.

Ağzımızın tadı kaçtı. Durup dururken beni de kendisine benzetmeyi başardı, öfkelendim. Üzüldüğüm konu şu: Atatürk’le ilgili bir gerçeği anlatmaktayım. Ne yazık ki sorsanız Atatürkçü(!) olduğunu söyleyen biri, bu anlattıklarımı dinlemek bile istemiyor uzaktan da olsa. Hiçbir biçimde ezberinin bozulmasına izin vermiyor, ezberini bozacak Atatürk de olsa... Atatürk’le yüzleşmekten rahatsız olan Atatürkçüler(!) çok…

Ne yazık ki açık bir faşizmle karşı karşıyayız. Kendi düşüncesinin dışında en küçük bir farklılığa bile saygı göstermeyen bir faşizanlık. En küçük farklı bir söylemi, bakışı bile susturup boğmak isteyen bir baskıcılık. Baskıcılık, sonsuz bir saldırganlığa dönüşmekte. Hep kendi istediklerini işitmekten hoşlanmak nasıl bir tinsel durum? Böyle bir durumdaki kişi, kendini bir tarikatın “hu çekme” töreninde sanmaz mı?

Başkasının düşüncesine saygı göstermeyen, onları dinlemeyen birinden demokrat olur mu?

Nasıl bir nefrettir ki, kişiyi gerçeği öğrenmekten ve Atatürk’le ilgili bir şeye bile kulak kabartmaktan alıkoymakta?

Üzülerek söyleyeyim ki bazı kişiler, önüne geleni faşistlikle suçlamaktalar. Herkes “Faşist!” diye diye kendilerinin derin bir faşizm bataklığına gömüldüklerinin bile farkında değiller. Faşizm, emperyalizmin ve tekelci sermayenin buluşu… Emperyalist kışkırtmalardan beslenenlerin faşist olması kadar doğal olan ne var?


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —