Hasankale...
Sadece bir coğrafya değil, asırlık bir ruhun, bilginin ve irfanın yuvası. Gökyüzüne baktığımızda, o koca kubbede sayısını bilemediğimiz kadar çok yıldız var. Ama bazıları vardır ki, parıltıları binlerce ışıkyılı öteden bile yüreğimize işler, yolumuzu aydınlatır. İşte o güzel insanlar, o kadirşinas değerler, bizim Hasankale'nin gökyüzünden kayıp giden, ama izleri asla silinmeyecek olan yıldızlarıdır.
Onlar, bu toprağın ruhunu yoğuran, kimine ilimle, kimine sanatla, kimine cesaretle, kimine de sadece o temiz ve dürüst yaşamlarıyla rehber olan kutup yıldızlarıydı. Belki bir Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın "Marifetnâme"sindeki hikmet gibi derindiler, belki de adı sanı bilinmeyen bir dervişin, bir esnafın, bir ananın sevgisi gibi saf ve berrak...
Her biri bir meşaleydi; yaktılar, aydınlattılar ve yorulduklarında sessizce, narin bir dua fısıltısıyla göçtüler.
Şimdi bu kutlu topraklarda yürüyoruz. Her adımımız, onların bize bıraktığı mirasın üzerinde. Duyduğumuz her rüzgar sesi, onların 'Ah! Keşke...' dediği bir hayalin yankısı. Gördüğümüz her bayram sabahı, onların yaşattığı geleneklerin taptaze hatırası.
Biliyoruz ki, maddeden manaya göçtüler. Bedence aramızdan ayrıldılar ama isimleri, sözleri, o güzel suretleri, bıraktıkları eserler ve en önemlisi; kalbimizde açtıkları sevgi vadisi baki kaldı. Onlar artık sadece anı değil, ruhumuzun bir parçası, Hasankale'nin sonsuzluğa uzanan kökleridir.
Bir yıldız kayar...
Gözden kaybolur. Ama o kayboluş, aslında evrenin başka bir köşesinde yeni bir parlayışın başlangıcıdır. Tıpkı onlar gibi... Ahiretteki makamları nur olsun. Onlar bizim kıymetli kayıp yıldızlarımız. Ve biz, onların mirasını taşıyanlar, bu toprağın vefa borçlularıyız.